28 Aralık 2015 Pazartesi

Kararan Gelecek (Pr proje için)

Kararan Gelecek
Uyanmıştı Umut yine her sabah olduğu gibi sıcacık yatağından. Derslerde gördüğü gibi uyanır uyanmaz yüzünü yıkayacaktı. Gözleri uykulu, öyle masumdu ki… Pürüzsüz ve hafif çilli yüzüne her sabah yaptığı gibi gözlerini açmadan su çarpmıştı. Bu seferki su  çamurlu, simsiyah ve bir o kadar da yeşilimsi tortu halinde gelmişti yüzüne. Pürüssüz, bembayaz ancak güzel ayrıntılar katan çillerle bütünleşen yüzünden çamurlu ve kirli su damlacıkları süzülüyordu. Korktu, canı yandı ve ağlamaya başladı Umut. Masum göz yaşları kirli suları temizlemek için çabalıyordu ancak yetersizdi. Gözlerini temizlemek çabasıyla havlulukta duran beyaz havluyu alıp bir ceylanın aslanın ağzındaki son çırpınışları gibi yüzünü silmeye başladı. Bembeyaz havlu kirlenmişti, hem çamurlu su yüzünden hem de insanlığın bencilliğinden. Yıkansa belki geçecekti çamurun kiri ancak insanlığın kiri çıkmayacaktı o havludan.  Umut’un annesi hızlıca yanına koştu yavrusunun çığlığını duyup. Annesi gördüklerine inanamamıştı, o parıl parıl parlayan gözlerindeki ışık, o gözlerdeki umut sönmüştü sanki. Parıl parıl parlayan kahverengi gözleri kıpkırmızıydı. Umut bağırıyordu “Anne, ışıkları aç, hiçbirşey göremiyorum!” diye. Evi bir telaş almıştı. Annesi heyecanla lambanın düğmesine bastığı anda ışıkların söndüğünü anlamıştı ve başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü.
Annesi küçük yavrusunu bağrına basarak kendi haykırışlarını içine bastırarak elektirikler gitmiş korkma yavrum demek zorunda kalmıştı.
Bir hışımla evden taksiye atlayıp hastane gittiklerinde gerekli tetkiklerin sonucundak acil odasındaki doktorların yüzündeki gülümseme, gözlerindeki ışık sönmüştü sanki. Umut’un annesi “Bir daha ışıklar açılmayacak Umut için.” dendiğinde yıkılmıştı oracıkta.
Yapılan tetkikler sonucunda Umut’un gözlerini kör eden kirli suyun içine floresan lambalarda yüksek miktarda bulunan civa karıştığı anlaşılmıştı. Gözüne yüksek miktarda civanın nüfuz etmesi sonucu gözleri %95 oranında görme kaybı yaşamıştı. Ayrıca çevredeki her evin sularında bu kirliliğe rastlandığı ve temizlenme işlemi yapılmaya başlandığı da yine birşeyler olduktan sonra işlere başlandığını kalın kalın kazıyordu tarihe.

Ve birden bir çığlık attı, hızlı nefes alarak açtı gözlerini Umut. Etrafına baktı, sıcacık yatağındaydı, gördüğü rüyadan olacak ellerini gözlerine götürdü ve etrafına ayrıntılı bir şekilde baktı. Yatağından kalktı, yüzünü yıkamaya gidecekti ancak girmedi lavobaya. Gördüğü kabustan çok etkilenmişti Umut. İçinde bir mutlulukla annesini uyandırmaya gitti ve kahvaltısını yaparken en sevdiği çizgi filmini izlerken unutmuştu yaşadıklarının hepsini.

Umut’un gördüğü rüya bizlerin gerçeği olabilir. Elektronik atıklar çöp değildir ve doğayı büyük ölçüde kirletmektedir. Bir florasan içinde bulunan civa tam tamına 30.000 litre suyu kullanılmaz hale getirmektedir.


Hepimiz el ele verip elektronik atıkların geri dönüşümüne destek olalım Umutlarımız,  sönmesin…

                                                                                                                   Gökay YILDIRIM

14 Aralık 2015 Pazartesi

Sil Baştan Ken Grımwood

Sil Baştan Ken Grımwood

Hırslarımız uğruna birşeyler yapmak, tırnak geçirmeye çalışmak bu dünyaya. Geç kalmış, hayatlar, pişmanlıklar. Geç kalmışların dilinde tek cümle yeniden dünyaya gelsem..

Hayatınızı tekrar, tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalsaydınız..

Yine de aynı hırslara yenik düşüp, gereksiz kavgalar içine girermiydiniz?


Ken GRIMWOOD sıradışı bir düşünce yapısıyla ele almış bu romanı. Herkesin istediği  başka bir yaşam hakkını,  gençliğine dönerek yaşayan Jeff Wintson’un neler yaptığını, zihninizin derinlerinde en etkili şekilde çırpınışlarına ve çaresizliğine şahit olacaksınız.

Okuduğum romanlar içinde en karmaşık olan ancak kendisine bağlayan bir kitap Sil Baştan. Yazar belkide hepimizin hayali olan gençliğimize dönmek düşüncesinin ete kemiğe bürünmüş halini gözler önüne seriyor. Ütopik gibi görünen bir düşüncenin gerçek olabilecek bir düşünce ile temellendirmesi ise yazarın  kaleminin gücünü gözler önüne seriyor. Okurken keyif alabileceğiniz, yeniden aynı günleri yaşarken, kazanacağınız avantajları kahramanımızın kullanması biz okuyuculara büyük bir zevk vermekte.


Okurken yer yer sıkıldığım ancak devamını büyük bir istekle okuyarak bitirdiğim kitap Sil Baştan özgün, değişik ve güçlü bir mesaj içeriği olan bir roman olmuş. Kahramanımız hayatını tekrar ve tekrar yaşarken zenginde oldu, ünlüde oldu. İnsanlığın,  kazanmak için gözünü hırs bürüdüğü çoğu şeyi elde eden kahramanımız her tekrarında ölümün hem tatlı hem acı tadını da yaşadı.


Herşeyin bir sonu, bitmek tükenmeyen bilmeyen hırslarımızın dahi sonu olduğunu tekrardan hatırlatarak daha güzel bir dünya için sonsuza dek tüm yüreğinizle çabalamanız ve dua etmeniz dileğimle.


Geç kalmayın, yaşanmamışlıklara, çünkü bu hayatın bir tekrarı daha yok.
                                                                      
                               
                                                                           Gökay YILDIRIM


21 Kasım 2015 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali

                      Kürk Mantolu Madonna
            
Duygularını, aklındakilerini, okuyucusuna bir filmmiş gibi her ayrıntısına değinerek ve hissettirerek anlatan, daha doğrusu duygularını, okuyucularına yaşattıran Sabahattin Ali’nin romanı Kürk Mantolu Madonna.
            
            Başta sakin seyreden, ancak ilerleyen sayfalarda okuyucunun kalbine yavaş yavaş sokulan hançer misali bir acı hissettiren hayat hikayesidir. Saf bir aşk hikayesi. Tüm içtenliğiyle ve açık yürekliliğiyle, birazda kendisini kabul ettirme çabasındaki saflığıyla çalar Maria Puderin kalbini.
           
            Bir tabloya, tablodaki kadına aşık olan Raif Efendi’nin imkansız aşkı, ete ve kemiğe bürünmüş haliyle, olduğu gibi, ancak yüksek ve sert duvarlarıyla karşısına çıktı.
            
            Raif Efendi ve Maria Puder’in ilişkisi sıradandı belkide. Bu sıradanlığı önemli kılan tek gerçek ise, insanlığa sunulan, imkansızlıkları imkanlara dönüştürebilen tek güç, saf ve temizliğin kaynağı.

Gerçek aşk..

Hayat hep birşeyler koparıp alır insanlıktan. En sonunda da kendisini alır oyun sahnesinden. Bu hayat hikayesinde de önce Maria Puderi aldı hayat, “gerçek aşkına”, Raifine haber vermeden.

Yıllar sonrada, Maria Puder, namı değer Kürk Mantolu Madonna’nın önceden gidip kurduğu aşk yuvalarına doğru yola çıktı, Raif Bey.

Sonsuzluğa…


Sonsuzluğu hep elde etmek isteyen insanın, elindedir sonsuzluk.  
Sevgi sonsuzdur!

                                                                                       Gökay YILDIRIM

3 Eylül 2015 Perşembe

Beş Kitap Bir Arada

Beş Kitap Bir Arada
            Yazmaya başlayabildim uzun zaman sonra. Uzun zaman dediğime bakmayın bir ay kadar oldu. Bu süre içinde tam beş kitap daha okudum ancak yazamadım. Kısmet şimdi oldu, mesaime beş saat kala. Evet, Ramazan bayramından sonra işe başladım. Yeri geldi sekiz saat yeri geldi on iki saat çalıştım. Bu koşuşturmacada ne kitap okuyabildim ne de yazabildim. Ancak şimdi başlayabildim. Mesaime beş saat kala.
                                         
                                  1- Dönüşüm - FRANZ KAFKA
           
            Kafka. Kitap raflarında adını ve eserlerini çokça gördüğüm ancak bir türlü cesaret edip okuyamadığım yazar. Dönüşüm ile bir başlangıç yaptım Kafka’yı okumaya.
            
            Kitabın kahramanı Gregor, uyandığında kendisini böcek olarak buldu ve roman başladı. İlk sayfaları biraz sıkıcı gelse de devamında kitaba bağlandım. Kitabı bitirene kadar, hikâyedeki ince ayrıntıları, mesajları anlayamamış, hikâyeye odaklanmıştım. Kitabı bitirdiğimde, tüm mesajlar tek tek oturmaya başladı. Kafka bu romanıyla, belli bir düzene sıkışmış, rutini bozamayan aciz insanlığın tablosunu gözler önüne sermiş. Böcek olan Gregor’un odanın içinde sıkışmasını, odasının ona dar gelmesini, dışarı çıkmak istemesini, bir şeyleri değiştirmek istemesini hatta bunu denemesini ancak başarısız oluşunu, muhteşem bir betimlemeyle bizlere sunmuş. Kitabın sonunda da yine gerçekleri yazmış Kafka. Düzene ayak uyduramayanın bu sahneden kopartılıp atılmasını ve en yakınlarının dahi önüne bakıp hayatına devam ettiği gerçeğini tüm iğrençliğiyle çarptırmadan bizlere göstermiş.
            
              Siz yine de susmayın.

2- Olasılıksız- ADAM FAWER
           
          Film gibi sürükleyici dört yüz yetmiş sayfa. Olasılıksız önyargıyla baktığım bir kitaptı. Nedenini bilmiyorum, belkide sayfa sayısı yüzündendir. Ancak kitabı üç günde bitirdim. Bu benim için iyi bir süre. Kitabın içine tam anlamıyla girebilmeniz için, ilk yüz sayfasındaki karakter tanıtımlarını geçmeniz gerekiyor. Sürekli farklı karakterlerin bakış açısından anlatılan kitapta, ilerleyen sayfalarda karakterlerin yolları birbirleriyle kesişiyor. Yazar, Deneyleri, olasılık problemleri çözümlerini, farklı istatistikleri, kuram ve teorileri önümüze çözümleriyle koymuş ve daha önce bilmediğimiz çoğu bilgiyi bizimle paylaşmış. Bu bilgileri okumak, devamını öğrenmek için sayfayı çevirmeyi bir türlü bırakamadım. Bunun yanında kitabın içinde sürekli bir koşuşturmaca içindesiniz ve bu kaçış içinde kan ve ter kokusunu net bir şekilde alabiliyorsunuz.
            
          Olasılıksız, özellikle matematiğe ve fiziğe ilgisi olanlara değil, her kesimin ilgisini çekebilecek kuramlar, teoriler ve hesaplamalar içeriyor.
           
           O kadar çok esrarengiz olgunun nedenini buluyoruz ki, bir şeyin bilinemeyeceğine inanmakta zorlanıyoruz. Ama yine de bilinemeyen, bilinemeyecek diye bir şey var. O da karşımıza geçmiş sakin sakin işine bakıyor.       Henry Louis Menchen


3-İlk Yılların Ekmeği- HEİNRİCH BÖLL
            Kitabı ilk sayfasından son sayfasına kadar sıkılarak okudum. Küçük bir hikâye, karmaşıklık iç içeydi. Yüz on iki sayfalık kitabı ancak bir haftada bitirebildim. Yer yer hoşuma giden, sürükleyiciliği çok kısa bir an olsa bile arttıran yerler yok değildi. Ancak genel olarak sıkıcı bir kitap. Hikâye İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşamdaki sıkıntıları, insanların ekmek dahi bulmakta zorlanışlarını, savaşın iç yüzünü ve etkilerini anlatsa da hikâyeye hâkim olan bir aşk konusu var ve bu aşk konusu çokta başarılı olmamış.
            
                  Önerebileceğim bir kitap olmayacak İlk Yılların Ekmeği.

4- Ölü Ozanlar Derneği-KLEİNBAUM
            Filmi de çekilmiş olan bu kitap, gerçekten başarılı bir hikâyeye ve yazım diline sahip. Kitabın konusu yatılı olan özel okuldaki öğrencilerin, hocalarının geçmişteki yarattığı Ölü Ozanlar Derneğini tekrar canlandırmak istemesi ve bunu başarmaları. Derneğin amacı, belli gecelerde okuldan kaçarak yakınlarındaki mağarada toplanıp yazabildikleri, buldukları en güzel sözleri, şiirleri birbirlerine okumak ve eğlenmek. Eğlenirken de öğrenmek, özgürlüğü başkaldırışı, pes etmeyişi. Kitapta da şiirlere ve sözlere bolca yer verilmiş. Aralarından en güzellerini de paylaşacağım.

Bir yarın düşleriz hep, bir türlü bugüne kavuşmayan
Bir zafer düşleriz hep, aslında gerçekleşmesini istemediğimiz
Yeni bir gün düşleriz, yeni bir gün başlamışken bile
Kavgalardan kaçarız, uğruna dövüşmemiz gerekse de”
“… Bir kurtarıcı gelmesi için yalvarırız, ama bizim elimizdedir kurtulmak.
Ve biz hala uyuyoruz ve biz hala yakarıyoruz.”

 Bir çığlık atmak gerekir bazen, boğazın yırtılırcasına, acı verse de işte o çığlık senin özgürlüğündür.
G.YILDIRIM
           
5-Doğu’nun Limanları-AMİN MAALOUF
            Maalouf’u okumaya Semerkant la başladım. Yazar beni öyle etkilemiş olmalı ki kitap raflarında onun eserleri sürekli gözüme çarpıyor. Ben de kendi kendime bu eserleri teker teker okuyacağım dedim. Ve Doğu’nun Limanlarını aldım.
           
            Yazar hikâyeyi direnişte ünlenen adamın o yıllardaki yaşadıklarını ve anıları içeren bir kitap hazırlamış. Kitabın başında da belirtmiş “Benim değil bu hikâye, bir başkasının hayatını anlatıyor” diye. Kitap’a, adamla nasıl tanıştığını ve o nu nasıl ikna ettiğini anlattıktan sonra başlıyor. Perşembe sabahı diye başlıyor ve Pazar günü bitiyor.
            
              Tarih kokan hikâyede, anıların sahibinin özel hayatına da fazlasıyla girilmiş. Aşk hayatı, evliliği, çok uzun süre kaldığı akıl hastanesi yüzünden eşini, kızını görememesi ve sonunda çıkabildiği, daha da vurucusu hikâyenin bittiği gün yani Pazar günü eşiyle mektup aracılığıyla bir buluşma ayarlaması. Tekrardan eski günlere dönülebilecek mi, yoksa zamanın unutturma özelliğine mi yenilmişlerdi. Bunu okuyucuda yazarda bilmiyor.

           
               Amin Maalouf yine tarihten, o günkü yaşananları en ince ayrıntısına değinerek bizlere sunmuş. Sürükleyici, devamını merakla beklediğiniz, sizi hikâyeye bağlayan bunun yanında o yıllardaki yaşanan olayları, var olan kültürü, insanların düşüncelerini çok net bir dille bizlere sunmuş. 

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Semaver- Sait Faik Abasıyanık

Semaver-Sait Faik Abasıyanık
           
            Sait Faik ile tanışmam, tüm öykülerini bir arada toplandığı “Semaver” kitabı ile oldu. Semaver adını, kitabın içindeki ilk sıradaki “Semaver” öyküsünden alan kitabın içinde toplam on dokuz öykü var. Her öyküsü kısa kısa oluşturulmuş. Kitabın arka yüzünde Yaşar Nabi’nin Sait Faik hakkındaki görüşlerine yer verilmiş.

Namuslu adamdı Sait Faik, ömrü boyunca namuslu kaldı. Yalnız namuslu olmakla yetinmedi, insanları değerlendirmede en başta namus ölçüsünü kullandı. (…) yazış tarzında da gene ömrünün sonuna kadar namuslu kaldı. Hiçbir zaman şaşırtma yoluyla, büyük laflar ederek, büyük davaların savunucusu görünerek ilgi ve alkış toplamaya kalkışmadı… Süsleyip, püslemek küçüklüğüne düşmeden düpedüz söyledi…

Yaşar Nabi’nin de söylediği gibi öykülerin dili oldukça sade, süssüz oluşturulmuş. Bu sebeple bazı öykülerini okurken beni yer yer sıkmıştır.

Öykülerinde genellikle ölüm, ayrılık, hüzün temalarına yer verilmiş. Bu sebeple okurken sıkılsam da altından başarıyla kalmış ve insanların duygularını, düşüncelerini büyük bir ustalıkla okuyucuya yansıtmış.

En beğendiğim öyküsü kitabın adını aldığı “Semaver” öyküsü oldu.

Semaver ’de anne ve oğulun yaşantısına değinilmiş. Her sabah annesinin uyandırdığı oğlu, duyulan kızarmış ekmek kokusunda kaynayan semavere dalar. Kitabın sonunda da bu mutlu birliktelik annenin ölmesiyle son bulur. O evde bir daha semaver kaynamaz.

Büyük bir heves ve ümitle okumaya başladığım bu kitabın son sayfasını da çevirdikten sonraki düşüncelerim, beklentilerimi karşılamayan ve hayal kırıklığı oluşturan bir yapıt olmuştur.

Sait Faik’in çok beğendiğim sözü ise yine kitabın arka kapağında paylaşılan şu söz olmuştur; 

“… Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.”

Semaverler hep kaynasın!

Ekmekler hep kızarsın!

Sanma

Sende alışacaksın…

                                                                            Gökay YILDIRIM


6 Temmuz 2015 Pazartesi

Kuşlar Da Gitti-Yaşar Kemal

Kuşlar Da Gitti-Yaşar Kemal
           
            İlkokul sıralarından beri kütüphanemde, onu keşfetmemi bekleyen bir kitaptı Kuşlar Da Gitti.  Okul futbol takımındayken katıldığımız turnuvada üçüncülük başarısını elde etmemiz sonucunda verilen hediyeydi. Galibiyet primi de denilebilir.

O yaşlarda kitaplarla aramın iyi olmaması nedeniyle, yıllarca, büyük bir sabırla beni bekleyen kitaptır Kuşlar Da Gitti. Ayrıca kapağına da yazmışım küçücük ellerimle “Okul futbol takımında verilen hediye” diye. Sanki yıllar sonra açıp, okuyacağımı biliyormuşum gibi.

İstanbul da geçiyor roman. Bir yaşam mücadelesini, gençlerin hayata tutunmasını anlatıyor.  Fatih, Samatya, Florya, Taksim gibi İstanbul’un eski birçok semtine değiniyor Yaşar Kemal. İstanbul’da ki mücadeleyi gençlerin gözünden yansıtıyor bizlere. İnsanların taş tutmuş kalplerine, merhametsizliğine ve umursamazlıklarına değiniyor.  

Romanın kahramanları, para kazanabilmek için kuş yakalayıp, satıyorlar. Romana genel olarak bakılırsa konusu, kuş avlayıp, satmaya çalışmak ve tabii ki para kazanmak. Bir ticaret hikâyesi olarak görünse de içine girince her karakterin farklı bir anısı, farklı bir hayali ve amacı olduğunu gösteriyor bizlere yazar. Avladıkları kuşları toplu mekânlara götürerek insanlardan bu kuşları satın almasını ve özgürlüğe kavuşturmasını sağlıyorlar. Bu sayede insanlara merhamet duygusunu bağışlıyor kahramanlarımız. “Azat buzat beni cennet kapısında gözet” diyerek insanların maddi dünya dan da bir an olsun uzaklaşmasını ve maneviyatı için bir yatırım yapmasına yardımcı oluyor.

İnsanlar almıyordu kuşları. Kafeste çırpınan, çıkmak için can atan kuşları, özgürlüğüne kavuşturmak için vermiyordu, yolda görse eğilip almayacağı parayı. İnsanlar duyarsızlaşmış mıydı? Yoksa kalpleri taş mı bağlamıştı? Yok muydu takım elbiseli, ellerinde çantalarla dolaşan, başları dik, kendilerine sonsuz güven sahibi insanların bir iki kuruşu?

Şöyle bitirmiş Yaşar Kemal; “ Uzaktan, İstanbul’dan uğultular geliyor, kızıl kanatlı yırtıcı kuş Menekşe’nin üstünde, göğsünü esen yele verip kanatlarını germiş süzülüyor, önümde İstanbul şehrin acımasızlığının, yitmişliğinin, kendi kendini, insanlığını unutulmuşluğunun, çok şeyler yitirmişliğinin bir anıtı, yüzlerce kuş başından dikilmiş bir anıtı duruyordu.”



Kuşları bağışlayın, onların hiçbir suçu yok.  


                                                                                                        GÖKAY YILDIRIM

22 Haziran 2015 Pazartesi

İnsan Ne İle Yaşar- Tolstoy

İnsan Ne İle Yaşar-Tolstoy
            Ramazan ayında okuduğum kitaplardan birisi de “İnsan Ne İle Yaşar”dı. Öyküdeki insanın ne ile yaşayacağı fikri beni pek ilgilendirmiyordu. Çünkü açtım. İnsanın ancak yemek ve su ile yaşayabileceğini tecrübe ettiğimiz bu mübarek ayda yaratıcıya sonsuz şükürlerimizi sunmamız gerektiğini de hatırladık.

Kitap okuma serüvenine yeni başladığımı hatırlatarak ilk defa Tolstoy’u okuyordum. İnsan Ne İle Yaşar? Kitabın içinde toplam dört hikâyeye yer verilmiş. Hepsi de birbirinden öğretici anlatımlar.

İlk hikâye olan İnsan ne ile yaşar sorusunun cevabını yukarıda da bahsettiğim gibi açken farklı tokken farklı cevapları olabilecek bir soru olarak düşünüyorum. Kitabı ilk elime aldığımda toktum. Bu soruya cevabım hiç düşünmeden sevgi olmuştu. Nitekim hikâyenin sonunda da karakter açıklamıştı. Şöyle demişti; “ Anladım ki insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de, hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim sevse, Allah’a yaklaşır; Allah da ona yaklaşır. Çünkü O, sevgiyi yaratandır”.

İkinci hikâyenin adı ise “Üç Soru”ydu. Bu hikâye de mükemmel sürükleyiciliğiyle ve sonundaki mesajıyla etkili vuruşunu yapıyordu. “… en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur.” demişti öykünün kahramanı. İyilik yapmak… Bu düşünceler var olduğu sürece kötülük, iyiliğin altında ezilmekten kurtulamayacaktır. İçinizde var olan kötülüğü beslememeniz dileğimle.

Bir diğer hikâyeye “İnsana Ne Kadar Toprak Gerekir?” adını vermişti yazar. Hikâyenin çiftçi olan kahramanına, muazzam büyüklükteki arsayı, çiftçinin kendisine yetecek kadarını gün batana kadar çevirmesi istenirse ne olur? Kural açık ve netti. Kahramanımız istediği kadar toprak alabilecekti ancak istediği toprağın sınırlarını yürüyerek belirleyecek ve güneş batmadan başladığı yere geri dönecekti. Güneş batar ve çiftçi başladığı yere gelemezse arsa için verdiği para yanacaktı. Arsayı çevirmek için yola çıktı kahraman. İlerleri, ilerledikçe daha fazla istedi. Artık çok uzaklaşmıştı. Geri dönmesi gerekiyordu çünkü vakit daralmıştı. Koştu, koştu ve koştu. Tam gün battığında vardığı başlangıç noktasında vefat etti. Köylü halkı yapılacak bir şeyin olmadığını görünce kazdılar iki metrelik bir çukur, yerleştirdiler kahramanımızı. Az önce sınırsız toprağı olması için çabalayan adam şimdi 2 metrelik çukurda idi. Özellikle hikâyenin özetini paylaştım çünkü şu an içinde yaşadığımız dünya bu hikâyeden ibaret. İnsanların yaşam amacı hırs, maddiyat ve dünyevi emeller.

Son hikâye Efendi ile Uşak’ ta ise dünyalık ne kadar iş yaparsanız yapın, dünyevi bir sonun bizleri beklediğine vurgu yapılmış.

İnsan ne ile yaşamaz biliyor musunuz?

Hırs, kötülük, bencillik…


Maddi olarak dünyada var olsa bile, Ruhunu öldürür.

 İnsanın içine bir kere karanlık girdimi bir daha çıkmaz. Karanlığa düşmemeniz dileğimle.  

                                                                                                          Gökay YILDIRIM

21 Haziran 2015 Pazar

MEYHANE- EMILE ZOLA

MEYHANE-EMILE ZOLA
            Meyhane kitabını elime aldığımda üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Amacım kelime haznemi geliştirip, yazım kurallarını öğrenmek, okuma hızımı arttırmak ve edebi eserleri tanımaktı. Bu zamana kadar çok az denilecek kadar kitap okumuştum. Bunlar ise ablamın ilkokul sıralarında bana her ay kendi harçlıklarından biriktirerek aldığı Ejderha Avcıları Okulu kitaplarıydı. Meslek lisesi çıkışlı olduğum ve bazı değerlerin henüz farkına varmadığım için bu kadar çaba içine girmiştim.  Kitabın benim elimdeki baskısı 371 sayfaydı. Daha önce kitapla pek arası olmayan birisi için uzun denilecek bir kitaptı. Neyse ki kitabın sürükleyiciliği, konusu ve anlatımı beni kitaba bağlamıştı.

Yoksulluk, aşk, mutluluk, huzursuzluk ve alkol, mücadele hepsi bir arada verilmişti kitapta.

Yoksulluğu, açlığı, çaresizliği anlamamızı ve empati kurmamızı sağlayan, şu anda içinde bulunduğumuz ramazan ayındaki tuttuğumuz oruç ve Meyhane gibi dünya klasikleri arasına giren anlatımlardır. Kahramanların iç dünyasını bize yansıtan, çektiği acıları, sıkıntıları bizlerle içselleştirerek anlatması, insanların birazda olsa duyarlı olmaya itmektedir.

Aşk’ı anlatıyor Meyhane kitabı. Aşk için yapılan kavgaları, sonunda hayal kırıklıklarını anlatıyor. Aşk’ın yeri geldiğinde acı çektirdiği halde insanlığa verilen en büyük nimet olmasını hatırlatıyor. Ama değiniyor da aşkın karın doyurmadığına.

Mutluluk azda olsa kitapta yerini bulmuştu. Her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde de bir kötülük olduğu gibi mutlulukta, huzursuzluğun içinde yerini alıyordu.

Huzursuzluk ve alkol’ ü anlatıyor Emıle Zola. İkisini bir arada almamın sebebi alkolün huzursuzlukları besleyen en önemli faktör olduğunu düşünmemdendir. Görüş ayrılıklarına saygım vardır. Kitapta da anlatılıyordu yemek parası bulamıyorken, alkole verilen parayı, evdeki çocukların ve karısının çektiği acıları, kendisi sarhoş olduğu için yok sayan bir adamı anlatıyordu. Alkol’ ün insanların karakterini değiştirdiğini ve bir yuvanın yıkılışını anlatıyordu. Keşke herkes huzurlu olabilse dedirtiyor bu kitap insana.

Mücadeleyi anlatıyor. Aşk için, mutluluk için, yaşayabilmek için, çocukları için. Spor müsabakalarındaki yenilenin parasını aldığında umursamadığı mücadele değil. Yaşamak için verilen çaba. Mutlu yaşamak, karnını doyurmak, güçlü olmak için verilen mücadeleyi anlatıyor.


Emıle Zola, kapitalist sistemdeki işçi sınıfını en gerçekçi, açık ve büyük yüreklilikle anlatıyor. Modern köleliğin hayattaki örneklerine her ayrıntısına değinerek anlatıyor.

  
                          Mutlu olmak için mücadele edin. Çünkü mutsuz olmak için çok sebebiniz var.


                                                                                                                Gökay YILDIRIM

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Tarık IŞIKSAÇAN-Etkili Motivasyon

                                                  Etkili Motivasyon
 
           Kitap raflarının arasında dolaşırken çarpmıştı gözüme Etkili Motivasyon kitabı. O An düşündüm hepimizin motivasyona ihtiyacı var, rekabet üzerine kurulu bu dünya da diye. Kim yazmış, nasıl yazmış diye tereddüt etmeden kitabı aldım. Kütüphaneden ödünç alma işlemlerini gerçekleştirdikten sonra attım sırt çantama ve evimin yolunu tuttum.          
            Kitap oldukça basit ve anlaşılır bir dille yazılmış. Bu da okuyucu kitlesini geniş tutmasını sağlamış. Yukarıda da bahsettiğim gibi rekabet üzerine kurulu bu dünyada herkesin motivasyona ihtiyacı olduğunu düşünürsek mantıklı bir yol izlenmiş. Kimisi hızlı geçen zamana yetişmekten yorulmuş, kimisi başarısızlıklardan sıkılmış, kimisinin hedefine ulaşması için yüksek motivasyona ihtiyacı var. Ama herkesin motivasyona ihtiyacı var.
            Kitabın içeriğinde sadece nasıl motive olunur değil, başarının kaynağı, çözümcü düşünmek, değişmek, esnek düşünebilmek, düşünmeyi ve yaratıcılığı öğrenmeyi, kararlı olmak konularını da ele almış. Her konuyu mutlaka öğretici bir hikâye ile başlayıp devamında onu yorumlayıp ve konuya giriş yapmış. Verilen hikâyeler okumaya zevk ve akıcılık katmış. Kitap öğreticiliği açısından başarılı olmuş. Ancak içinde sıkılmadığım yerler yok dersem yalan söylemiş olurum. Sıkıldığım bölümleri okurken yeni bir hikâye koysa da okuyup geçsek dediğim dahi oldu. İçinde çok beğendiğim değişim konusunda verilen hikâyelerden bir tanesini paylaşacağım.
            “ Uzun yıllar önce, Çin’ de Li-li adında bir kız yaşıyordu. Günler günleri kovaladı ve çoğu genç kız gibi Li-li de bir delikanlıyla evlendi.
            Li-li kocası zengin değildi; ama ailesine sorumluluklarında dikkat eden biriydi. O yüzden Li-li evini kocasının dul annesiyle paylaşması gerekiyordu. Aylar geçtikçe gelin, kayınvalidesiyle geçinmenin çok zor olduğunu anlamaya başladı. İkisinin de kişiliği çok farklıydı ve bu yüzden çok sık kavga ediyorlardı. Kavgaların bitmeyeceğinden emin olan Li-li çare bulabilmek için tanıdığı bir baharatçıya gidip derdini anlattı. Baharatçı Li-li ye kesin çözümün kayınvalideyi ortadan kaldırmak olduğunu söyledi. Ama bu işi fark ettirmeden yapması gerekiyordu. O yüzden çeşitli baharatlardan hazırladığı zehri Li-li üç ay boyunca azar azar kaynanası için yaptığı yemeklere koyacaktı. Zehir az az verilecek böylece kayınvalideyi Li-li nin öldürdüğü anlaşılmayacaktı. Yaşlı baharatçı Li-li ye zehri azar azar verirken şüphe verici davranışlardan özellikle kayınvalidesiyle kavgalardan kaçınmasını tavsiye etti. Üç ay sabredip kayınvalidesine olabildiğince iyi davranmalıydı Li-li.
            Li-li zehri uygulamaya başladı. Her gün kayınvalidesine iyi davranmayı ihmal etmiyordu. Onun iyi davranması kayınvalideyi de etkilemiş gün gün ona daha iyi davranmaya haftalar geçtikçe kendi kızı gibi sevgi ilgi göstermeye başlamıştı. Evde artık barış rüzgârları esiyordu. Li-li yaptıklarından utanmaya başlamıştı. Kayınvalidesinin aslında kötü olmadığını düşünmeye başlamıştı. Artık yaşlı kadının ölmesini istemiyordu. Li-li baharatçıya gitti ve ona bu zehri temizleyecek bir şey vermesi için yalvardı. Yaşlı baharatçı kahkaha atarak ‘Ah, Li-li’ dedi baharatçı. Sana zehir diye verdiğim baharattı. Çünkü asıl zehir ikinizin kafasındaydı. Sen ona iyi davrandıkça bu zehir dağıldı ve yerini sevgi ve anlayışa bıraktı.”  
            Hayatta hepimizin bir arzusu bir dileği var. Benim isteğim şuanda bu yazıyı en başarılı şekilde yazmak ve kendimi geliştirmek için zorlamak. Bunun için arkada çalan müzik ve yazıyı paylaştıktan sonra beğeniler, tebrikler, kısa sürede aldığım yol hakkında güzel görüşlerin geleceğini görmek ve düşünmek benim motivasyon kaynağım.
Hayat zor ve bunun üstesinden gelebilmek için bir güce ihtiyacımız var. İşte o güç bizde. O güç bizim değerlerimiz. Kiminin akşam ekmek götürdüğü çocuğu, kiminin o çok istediği üniversite ortamı, kiminin hedeflediği araba kimisinin ise huzur ve mutluluk. Bu değerlerimiz bizim motivasyon kaynağımız.
Hayatınızda, motivasyon kaynağınızın tükenmemesi dileğimle.
 
                                                                                  Gökay YILDIRIM
 

3 Mayıs 2015 Pazar

Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan

Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan
           

            İçimizdeki şeytan adını vermişiz yüzleşemediğimiz terbiyesizliklerimize. İşlediğimiz günahlar, kırdığımız kalpler, düşündüğümüz kötülüklere içimizdeki şeytan adını vermişiz. Atmışız suçu omuzlarımızdan, üstümüzden. Düşünmemiş insanoğlu, içindeki şeytanı kendi beslediğini. Şeytanın varlığı insanın elindeydi oysaki.


Muhteşem betimleme, harika sürükleyicilik, kusursuz hikâye. Bu üç özellik birleşince ortaya İçimizdeki Şeytan kitabı çıkmış. Zevk alarak okuduğum bir roman olarak kütüphanemdeki ve bloğumdaki yerini baş sıralar da almayı fazlasıyla hak etti.


Ömer ve Macide’nin aşkı, günlerce dilimden düşmedi. Aşk romanı okumayı sevmediğim halde, beğenilerimi yeniden sorgulamama sebep olan bir kitap İçimizdeki Şeytan. Beni uzun süreden beri gerçekten duygulandıran bir aşk hikâyesi.  

Bu aşkın sonunun mutlu sonla bitebilme umudum, kitabın sayfalarını teker teker çevirirken azalıyordu. Nitekim de öyle oldu. Macide ile tanıştıktan sonra içindeki şeytanı yok etmeye çalışan Ömer ne yazık ki bunu başaramıyordu. Ömer in yakasına yapışan bu şeytan aslında Ömer in tembelliği, kendi içinde bastırmaya çalışsa da paraya karşı olan müthiş zaafı, biraz eğlenceye düşkünlüğü ve hayatındaki arkadaşlarının farklı şeytanlara sahip olmasıydı.

Ömer bu şeytanın onu daha büyük bataklıklara çektiğini anladığında bu aşkı da bitirmesi gerektiğini anlamıştı. Macide’yi de sürüklememek için son verdi bu aşk oyununa.


Ömer in sözleri şöyle oldu; “İsteyip istemediğim doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Hâlbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”


            İçimizde şeytan yok. İçimizde yaptıklarımızı kendimize itiraf edemeyen bir korkak var. Her insanın kaçış noktası aynı. “ İçimizdeki Şeytan” 


                                                                                                             Gökay Yıldırım

27 Nisan 2015 Pazartesi

Etkili İletişim ve Beden Dili


Etkili İletişim ve Beden Dili

           Etkili İletişim ve Beden Dili, iletişim konusunda okumaya, bildiklerimi geliştirmeye devam ettirmek adına aldığım bir kitaptı. Kitabın beşinci basımındaki pembe rengi de bu tarz kitaplarda görmeye alışık olmadığımız canlılıkta kendisini sergiliyordu. Okumaya ve yazmaya devam ederken, kitapları yorumlarken kullandığım kelimeleri daha hızlı düşünerek ve daha az zorlanarak bir araya getirip özenli cümleler kurabildiğimin farkına vardım. Kendimi övmektense biraz kitap hakkındaki görüşlerimi anlatmak ve kitabın içeriğine az da olsa girmek daha yararlı olacaktır.

            Doç. Dr. Recep Tayfun un kaleme aldığı bu kitap, içerik olarak çok dolu ve gerçekten yararlı bilgilerle donatılmış. Bu durum, kitabın kaynakçasına bakılırsa bile anlaşılabilecektir. Kitabın içinde iletişim ve beden dilinin içeriklerinin olmasının yanında konuyla ilgili özenle seçilmiş hikâyelere de yer verilmiş. Bunun yanında ünlü kişilerin söyledikleri özlü sözler ve iletişimin tanımlanması için sloganlara yer verilmiş. Böylece okuyucuyu sıkıcı tanımlamalarla baş başa bırakmayıp metnin akıcılığı sağlanıp bir tat ve zevk katmayı amaçlanmış. 

           Yazar,
            Birinci bölüm ile İletişim Kavramı konusunu ele alıp okuyucunun iletişimin ne olduğu ve nasıl işlediği hakkında bilgi sahibi olması için gerekli temel bilgileri sıralamış.

            İkinci bölümde iletişimin çeşitlerinin içine girmeye başlamış. Bu bölümde Sözlü – Yazılı ve Görsel İletişim konularını ele almış.

            Üçüncü bölümde ise Sözsüz İletişim ve Beden Dili konularını da ele alarak iletişimin her alanına değinmiştir.

            Dördüncü bölümde ise beden dilinin biraz daha içine girerek yalan konusunu ele almış. Beden dilinden kişinin yalan söylediğinin ortaya çıkabileceğine ve bunun hangi davranışlarla sergilendiğini açık açık belirtmiştir. Kişinin sözlü olarak yalan söyleyebileceğini ancak beden diliyle yalan söyleyemeyeceğini, eninde sonunda bir şekilde açık vereceğini anlatmaya çalışmıştır.

            Kitaptan çok beğendiğim özlü sözleri farklı konulardan alıntı yaparak derlemek istedim.

            “Yaşam iletişimle yaşanmaya değerdir” (s.11).

            “ İletişimin temek ilkelerini bilmek zorundayız, zira gün gelecek zarf üreticisi veya nükleer fizikçi olmak yeterli olmayacak. Gerçek olan tek değer iletişimdir. Harvey Mackay” (s.21).

            “ Fikirlere tepki gösterin kişilere değil” (s.57).

            “ İnsan tabiatındaki en derin güdü, takdir edilmeye olan ihtiyacıdır. William James” (s.80).

            “ Kendini tanı. Sokrates” (s.87)

            “ Güvenilmek sevilmekten daha büyük bir iltifattır. George Macdonald” (s.90).

            “ Öfke bir asittir; durduğu kaba verdiği zarar döküldüğü herhangi bir yere verdiği zarardan daha fazla olabilir. Mahamata Gandi” (s.103).

            “ Konuşmak, insanın aklını kullanma sanatıdır. Eflatun” (s.115).

            “ Gözü gören ve kulağı işiten herkes hiçbir ölümlünün sır tutamayacağını bilir. Dudakları sessiz kalsa, parmak uçları ile konuşur; ihanet, kandırma onun hücrelerinden dışarı sızar. Freud”(s.189).

 

             İletişim insanlığın en değerli hazinesidir. Bu hazineyi onun değerine uygun bir şekilde kullanmak insanın en mühim görevlerindendir.

13 Nisan 2015 Pazartesi

NİYE BEN? Prof. Dr. Şener Dilek

NİYE BEN?

Kaderle İlgili Sorular, Sır ve Hikmetler
            
 Son zamanlarda kaderle ilgili pek çok soru kafamı kurcalarken, kütüphanemizde bulunan Profesör Doktor Şener Dilek’in yazdığı bu kitabı elime aldım. Daha sonra içeriğine baktım ve benim kafamdaki soruların bir kısmını cevaplar nitelikte içeriklere sahip olduğunu anladım. Çevirdim kitabın sayfalarını ve okumaya başladım.

Din konu olduğunda öğrendiğim bilgileri en yakın arkadaşımdan dahi olsa araştırmadan hiçbir şekilde özümsemem. Özellikle yaşadığımız çağda her konuyu din ile özdeşleştiren, din ile siyaset yapıp insanların en ince noktasından vuran kişilerin olduğu dönemde hiç kimseye güvenemez olduk.

Kitap toplam dört bölümden oluşuyor.

Birinci Bölüm: “Kaderi inkâr mümkün mü?” Sorusu altında kaderin, inkâr edilemeyeceğinin örneklerini ve bu örneklerle ilgili çeşitli hikâyeleri içeriyor.

İkinci Bölüm: “Kadere İman” başlığını alıyor. Bu başlık altında kaderin ne demek olduğuna, ezeli takdir konusuna ve kaderle ilgili yanlış düşüncelere yer veriliyor.

Üçüncü Bölüm: Bu bölümün adı ise “İlahi Takdirle İlgili Sır ve Hikmetler” olarak seçilmiş. Bu başlık altında 9 ayrı konu ele alınmış.

Toplam üç bölümde kader ile ilgili tüm bilgiler verilmeye çalışılmış. En son bölümde de yani               

 Dördüncü Bölüm: “Kaderle ilgili Soru ve Cevaplar” a yer verilmiş. Burada aklı en çok kurcalayan sorular yer almış ve cevaplandırılmaya çalışılmış.

Kitabın genel içeriğinden bahsettikten sonra, Şener Dilek’ in bu kitabındaki üslubuna değinmek istiyorum. Bu kitabında yabancı kelimelere az da olsa yer vermiş. Diğer okuduğum “Niçin Yaratıldı Şu İnsan?” kitabıyla karşılaştırmak gerekirse bu kitabında daha çok Türkçe kelimeler kullanmaya özen göstermiş.

Kitabın güvenilirliği konusunda Şener Dilek beni memnun etmiştir. Çünkü ele aldığı her konuda Kuran-ı Kerim’deki ayetlerin meallerini ve kaynaklarını verip, bazı sureleri yorumlamış. Ayrıca verdiği örnekler ve yorumlamalar mantık dairesinden dışarı çıkmamış.

Tabii ki bunların benim kendi yorumlarım olduğunu belirtmek isterim. Bu kitabı okuyup benimle aynı fikirleri savunmayan kişiler de olabilir, olmadır da. Çünkü her insan farklı yaratılmıştır. Önemli olan, bu farklılıkları ötekileştirmeden birlik içinde yaşayarak, farklılıklardan yararlanmaktır.


Binlerce farklı renk doğada bir bütün oluşturmayı başarırken, aklı olan insan bunu becerememiştir.

                                                                                                       

                                                                                Gökay YILDIRIM

22 Mart 2015 Pazar

Füsun KOCABAŞ-Müge ELDEN Reklamcılık Kavramlar, Kararlar, Kurumlar

Reklamcılık
Kavramlar, Kararlar, Kurumlar
 
               
         Reklamcılıkla ilgili giriş seviyesi ve temel bilgiler içeren, 1997 yılında çıkartılan bu kitabı, bölümüm gereği 2015 yılında okuma fırsatını buldum. Bir ders kitabı niteliğinde kullanılan kitabı, bu alana ilgisi olan ve genel kültürünü geliştirmek içinde okumak isteyenlerinde yararlanabileceği bir kitap olarak hazırlanmış.
        
         Gelişen teknoloji ile birlikte artan kitle iletişim araçlarındaki en son reklam teknikleri bulunmasa da reklamcılığın temeli ve hala geçerli olan tekniklere yer verilmiş. Reklamcılığa giriş için yeterli olabilecek bir kitap olarak hazırlanmış. Reklamcılığı gerçekleştiriliş aşamasına göre bölüm-bölüm ayrılmış.
         
         Kitap beş bölüme ayrılmış.
      
         Birinci bölüm: Reklamın ne olduğundan başlayarak, tarihçesine kısaca değinerek, reklamın diğer bilim dallarıyla ilişkisi ve reklam ortamları konularına değinerek okuyucunun kafasında reklam hakkında doğru bir düşünce oluşturulmaya çalışılmış.
        
         İkinci Bölüm: Bu bölümde yavaş yavaş reklamın içine girilmeye başlanmış. Reklam için önemli olan yaratıcılık konusunda ve kampanya kavramına değinilmiş.
 
         Üçüncü Bölüm:Bölümün adı Reklam Araçlarına Yönelik Prodüksiyon Çalışmaları olarak seçilmiş.  Bu bölümde artık reklamcılığa ait teknikler, kullanılan yöntemler, tüm medya araçlarına yönelik kullanılan yöntemler ayrı ayrı bölümler halinde açıklanmış.

        Dördüncü Bölüm: Reklam Etkinliğinin Ölçümlenmesi olarak konu alınmış. Bu bölümde hazırlanan reklamın medya ya sunulmadan önce ve sunulduktan sonra belli testlere tabii tutulmasının nasıl yapıldığını ve bu testlerin önemi anlatılmış.
       
        Beşinci Bölüm: Bu bölümün adı ise Reklamla İlgili Kurum ve Kuruluşlar olarak seçilmiş. Reklam verenler, Reklam ajansları, Medya reklam bölümleri ve Reklam kurulu  olarak başlıklar yer almış. Bu bölümlerde reklamcılığın nasıl işlediğini, çalışanların görevlerini, ajansların yapılarını, işletmelerin pazarlama ve reklam yapılarına yer verilmiş.  Reklam Kurulu altında toplam beş eke yer verilmiş.

         Bu ekler ;

EK 1. Reklam Kurulu Yönetmeliği
EK 2.Uluslararası Reklam Uygulama Esasları,
EK 3. Radyo ve Televizyon  Kuruluş ve Yayın Hakkında Kanun( İlgili maddeler)
EK 4.  Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri İle Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkında Yönetmelik( İlgili maddeler)
EK 5. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın Ticari Reklam ve İlanlara İlişkin  İlkeler ve Uygulama Esaslarına Dair Tebliği

    
        Sonuç olarak reklamcılığa giriş ve reklamcılık hakkında temel bilgilerin olduğu, bunları kanunlarıyla birlikte zenginleştirmesi açısından reklamcılıkla uzaktan ya da yakından ilişkisi olan herkesin kütüphanesinde olması gereken, okuyucusunu çok yormayan kısa ve öz bir kitap oluşturulmuş.

                                   Durmak yok, okumaya devam
      
                                                                                                        Gökay YILDIRIM

12 Mart 2015 Perşembe

İNSANI UÇURUMDAN KURTARAN SÖZLER


İNSANI UÇURUMDAN KURTARAN SÖZLER

Mehmed PAKSU’nun yazmış olduğu “ İnsanı Uçurumdan Kurtaran Sözler’’ adlı kitabını okuma şansını yakaladığım için çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Sade diliyle, çoğumuzun günlük yaşamında kullandığı sözlerin, duaların önemini ve manasını surelerle, hadislerle ve örneklerle güçlendirmiş. Bu sebeple, kitabın içeriğinin güvenilirliği hakkında bir şüpheye düşmüyorsunuz. Bir konu hakkında birçok sureyi derleyip aynı konu altında toparlaması da bizi daha çok bilinçlendiriyor.

Kitabın yazım dilinden bahsedecek olursam, olabildiğince sade ve akıcı bir dil kullanılmış.

Kitabın içeriği ise oldukça zengin. İnsanı uçurumdan kurtaran sözlerden bazıları ise şunlar olarak belirtilmiş; “Euzu çek Allaha sığın”, “Bismillah demeden iş yapma”, “Subhanallah her şeye yeter”, “ Neden her şeye Elhamdülillah?”, “ Allahuekber’e neden muhtacız?” . Bunların kitapta geçen konulardan bazıları olduğunu belirtmek isterim.

            Bu kitabı herkese tavsiye eder miyim?

-Evet! Tavsiye ederim çünkü yıllarca bizlere dayatılan, korkular üzerine kurulan Allah ve kul arasındaki ilişkinin ne kadar merhamet, sevgi ve güven duygusuyla dolu olduğunu öğrendiğim için.

Bu kitabı okuduğumda bir kez daha anlamış oldum ki din ile insanları korkutanların yobazlıktan başka bir şey yapmadıklarını! Yıllarca insanları korkutarak dine bağlamaya çalıştılar; Allah kul ilişkisini sevap-günah ikileminin içine sığdırdılar. Hiç bahsetmediler bizlere, tek duamızla Yaradan’ın bizim yanımızda olduğunu. Ne kadar günah bataklığının içine girsek de ona sığındığımızda bizi koruyacağını ve merhamet edeceğini... Namaz kıl, oruç tut, sevap kazan, cennete gir dediler. Sanki Allah ile kul ilişkisi ticari bir ilişkiymiş gibi…

Söylenecek çok söz, anlatacak çok yakarış var aslında. Fakat çok da kitabın dışına çıkmamak gerekir.

Mehmet PAKSU kitabın sonunda okuyucularından bir ricada bulunmuş: “Bu kitap hakkında yapacağınız değerlendirme, tenkit, teklif ve tavsiyeler bizim için çok önemlidir. Merakla ve ilgiyle bekliyoruz.” Okuyucu kitlesinin yorumlarını beklemesi ve bunları değerlendirmesi de ayrıca bir incelik.

Siz dayayın sırtınızı Yaradan’a, kapayın gözlerinizi dikenli yollarda.

 

 

Gökay YILDIRIM

7 Mart 2015 Cumartesi

Niçin Yaratıldı Şu İnsan Prof. Dr. Şener Dilek

                                  Niçin Yaratıldı Şu İnsan?



Prof. Dr. Şener Dilek’in iki bin dokuz da yazmış olduğu kitabıyla iki bin on beş yılında kitap fuarında tesadüfen karşılaştım. Ailecek gittiğimiz fuarda annem ve babamın da istekleriyle iki kitap aldık. Bir tanesi de şuan yazdığım bu kitaptı. Yazarın kendisi de oradaydı hatta kitabın ilk kapağına imzasını da atmayı ihmal etmedi.


Kitap, kuşe kağıda basılmış ve içeriğinin ağırlığını yansıtırcasına oldukça ağır bir kitap olmuş. Sayfaları renkli ve çeşitli desenlerle çerçevelenerek okuyucunun kitaba bağlanması ve sıkılmaması düşünülmüş.


İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümü ‘’hayatın gayesi’’ olarak adlandırılmış. Bu birinci bölümün içinde insanın görevleri, yapması gerekenler ayet ve hadislerle pekiştirilerek anlatılmış.


Birinci bölümde yazar kendi yorumlarına da çokça yer vermiş. Kitabın başında özellikle gençlerin okumasını istediğini belirten yazar, oldukça ağır ve eski kelimelerle cümlelerini tamamlamış. Ben o bahsettiği genç okuyuculardan biri olarak ilk bölümün yarısını anlamamış bulunmaktayım. Burada yazarı eleştirmemin nedenini bir örnekle kanıtlamak istiyorum.         ‘’Ulûhiyetin dergâhında acz ve za’fını, istimdad lisanıyla; fakr ve hacatını tazarru’ ve dua lisanıyla ilan et ve abd olduğunu göster’’ örnekten de anladığınız üzere oldukça ağır bir dil. Yazar bu yaptığı yorumların ardından kısa hikâyelerle ile konuyu pekiştirmiş.


İkinci bölümün adını ise ‘’hayattan kesitler’’ olarak almış yazar. Bu bölümde yazar başından geçenleri hikâye gibi anlatmış.


Kitaba genel olarak bakacak olursak içinde aslında çoğumuzun bildiği ama kimimizin uyguladığı kimimizin uygulamadığı dini bilgiler ve yapılması gereken şeyler konu alınmış. İçinden ders alınacak hikâye ve öyküler yazılmış. İnsanın neden var olduğunu kanıtlamaya yönelik çıkarımlar yapılmış.


İnançsızlık hastalığına kapılmamanız dileğimle… 

                                                                                                   

                                                                                                           Gökay YILDIRIM