13 Temmuz 2015 Pazartesi

Semaver- Sait Faik Abasıyanık

Semaver-Sait Faik Abasıyanık
           
            Sait Faik ile tanışmam, tüm öykülerini bir arada toplandığı “Semaver” kitabı ile oldu. Semaver adını, kitabın içindeki ilk sıradaki “Semaver” öyküsünden alan kitabın içinde toplam on dokuz öykü var. Her öyküsü kısa kısa oluşturulmuş. Kitabın arka yüzünde Yaşar Nabi’nin Sait Faik hakkındaki görüşlerine yer verilmiş.

Namuslu adamdı Sait Faik, ömrü boyunca namuslu kaldı. Yalnız namuslu olmakla yetinmedi, insanları değerlendirmede en başta namus ölçüsünü kullandı. (…) yazış tarzında da gene ömrünün sonuna kadar namuslu kaldı. Hiçbir zaman şaşırtma yoluyla, büyük laflar ederek, büyük davaların savunucusu görünerek ilgi ve alkış toplamaya kalkışmadı… Süsleyip, püslemek küçüklüğüne düşmeden düpedüz söyledi…

Yaşar Nabi’nin de söylediği gibi öykülerin dili oldukça sade, süssüz oluşturulmuş. Bu sebeple bazı öykülerini okurken beni yer yer sıkmıştır.

Öykülerinde genellikle ölüm, ayrılık, hüzün temalarına yer verilmiş. Bu sebeple okurken sıkılsam da altından başarıyla kalmış ve insanların duygularını, düşüncelerini büyük bir ustalıkla okuyucuya yansıtmış.

En beğendiğim öyküsü kitabın adını aldığı “Semaver” öyküsü oldu.

Semaver ’de anne ve oğulun yaşantısına değinilmiş. Her sabah annesinin uyandırdığı oğlu, duyulan kızarmış ekmek kokusunda kaynayan semavere dalar. Kitabın sonunda da bu mutlu birliktelik annenin ölmesiyle son bulur. O evde bir daha semaver kaynamaz.

Büyük bir heves ve ümitle okumaya başladığım bu kitabın son sayfasını da çevirdikten sonraki düşüncelerim, beklentilerimi karşılamayan ve hayal kırıklığı oluşturan bir yapıt olmuştur.

Sait Faik’in çok beğendiğim sözü ise yine kitabın arka kapağında paylaşılan şu söz olmuştur; 

“… Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.”

Semaverler hep kaynasın!

Ekmekler hep kızarsın!

Sanma

Sende alışacaksın…

                                                                            Gökay YILDIRIM


6 Temmuz 2015 Pazartesi

Kuşlar Da Gitti-Yaşar Kemal

Kuşlar Da Gitti-Yaşar Kemal
           
            İlkokul sıralarından beri kütüphanemde, onu keşfetmemi bekleyen bir kitaptı Kuşlar Da Gitti.  Okul futbol takımındayken katıldığımız turnuvada üçüncülük başarısını elde etmemiz sonucunda verilen hediyeydi. Galibiyet primi de denilebilir.

O yaşlarda kitaplarla aramın iyi olmaması nedeniyle, yıllarca, büyük bir sabırla beni bekleyen kitaptır Kuşlar Da Gitti. Ayrıca kapağına da yazmışım küçücük ellerimle “Okul futbol takımında verilen hediye” diye. Sanki yıllar sonra açıp, okuyacağımı biliyormuşum gibi.

İstanbul da geçiyor roman. Bir yaşam mücadelesini, gençlerin hayata tutunmasını anlatıyor.  Fatih, Samatya, Florya, Taksim gibi İstanbul’un eski birçok semtine değiniyor Yaşar Kemal. İstanbul’da ki mücadeleyi gençlerin gözünden yansıtıyor bizlere. İnsanların taş tutmuş kalplerine, merhametsizliğine ve umursamazlıklarına değiniyor.  

Romanın kahramanları, para kazanabilmek için kuş yakalayıp, satıyorlar. Romana genel olarak bakılırsa konusu, kuş avlayıp, satmaya çalışmak ve tabii ki para kazanmak. Bir ticaret hikâyesi olarak görünse de içine girince her karakterin farklı bir anısı, farklı bir hayali ve amacı olduğunu gösteriyor bizlere yazar. Avladıkları kuşları toplu mekânlara götürerek insanlardan bu kuşları satın almasını ve özgürlüğe kavuşturmasını sağlıyorlar. Bu sayede insanlara merhamet duygusunu bağışlıyor kahramanlarımız. “Azat buzat beni cennet kapısında gözet” diyerek insanların maddi dünya dan da bir an olsun uzaklaşmasını ve maneviyatı için bir yatırım yapmasına yardımcı oluyor.

İnsanlar almıyordu kuşları. Kafeste çırpınan, çıkmak için can atan kuşları, özgürlüğüne kavuşturmak için vermiyordu, yolda görse eğilip almayacağı parayı. İnsanlar duyarsızlaşmış mıydı? Yoksa kalpleri taş mı bağlamıştı? Yok muydu takım elbiseli, ellerinde çantalarla dolaşan, başları dik, kendilerine sonsuz güven sahibi insanların bir iki kuruşu?

Şöyle bitirmiş Yaşar Kemal; “ Uzaktan, İstanbul’dan uğultular geliyor, kızıl kanatlı yırtıcı kuş Menekşe’nin üstünde, göğsünü esen yele verip kanatlarını germiş süzülüyor, önümde İstanbul şehrin acımasızlığının, yitmişliğinin, kendi kendini, insanlığını unutulmuşluğunun, çok şeyler yitirmişliğinin bir anıtı, yüzlerce kuş başından dikilmiş bir anıtı duruyordu.”



Kuşları bağışlayın, onların hiçbir suçu yok.  


                                                                                                        GÖKAY YILDIRIM