George Orwell 1984
George Orwell’ın okuduğum ikinci
kitabı oldu 1984. Daha önce Hayvan Çiftliği kitabını okumuştum. O kitapta 1984
gibi vurucu ve sert mesajlar içeriyordu. Ancak 1984 geçmişten, geleceği tahmin
eden bir kitap olmuş. Günümüzün sorunlarını sanki o yıllarda biliyormuşcasına
değinmiş.
1984 yazımı çok değişik bir roman
olarak geldi bana. Romanın ilk başlarında ne olduğunu anlamaya çalışırken,
anlatılanlar ile ampüller birer birer yanmaya başladı zihnimin ve aklımın
derinliklerinde.
Geroge Orwell bu romanında tele ekranlardan, büyük
biraderden, düşünce suçundan, bitirilmeye çalışılan kelime dağarcığımızdan,
savaş barıştır propagandasından ve öğretisinden, yapay deprem, bağışıklık
kazanmış virüs üretiminden ve bitmeyen daha doğrusu bitmeyecek savaşlardan bahsediyordu.
Bu romanı yazarken nasıl cümlelerimi toplayabilirim ve
okuyucuya en net şekilde anlatabilirim diye her zamankinden çok daha fazla
düşündüm. Çünkü Geroge Orwell bize günümüzdeki gerçeklikleri anlatmış, geçmişten
geleceği görerek.
Mesela tele ekranlardan bahsetmiş yazar. Bu tele ekranlar her
evde bulunur, merkeze bağlıdır, evdekileri dinler ve izler, kişileri
yönlendirir ve çeşitli propaganda çalışmaları ile kabul ettirmek istedikleri
fikirleri aşılarlar.
Günümüzdeki televizyon da aynı mantığı
işlemektedir. İnsanlar medyanın verdiklerini almaktalar, hatta hiç sorgulamadan
inanmaktadırlar. Kamuoyu oluşturmak kitle iletişim araçları ile çok kolay,
insanları etkilemek ve kitleleri harekete geçirmek çocuk oyuncağı halindedir.
Örnek vermek gerekirse Amerikanın propaganda araçlarından bir tanesi olan Holywood, filmleri ile ABD’ye hizmet etmektedir. Filmlerinde her zaman ABD
bayrağı, haç işareti, güçlü ve en son teknolojiyi kullanan ABD askerleri ve
tabii kide her zaman kazanan askerler yer almaktadır. Günümüzde de çokça
konuşulan, ülkemizdeki 1999 depremi olmadan 2-3 yıl önce yayınlanan bir filmde İstanbul'da 7 büyüklüğünde deprem olacağına dair kesit yer almaktadır. Buradan
çıkaracağımız bir diğer mesaj ise George Orwell’ın kitapta da bahsettiği gibi “yapay
deprem” çalışmalarına kanıt niteliğindedir. Kitapta bahsedilen “tele ekranlar”
aslında bir sembol niteliğindedir. Tele ekran deyince aklımıza sadece
televizyon gelmemelidir. Günümüzde elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlarda
buna çok doğru bir örnektir. Akıllanan internet ile her bilgimiz saklanmaktadır.
Neyi sevdiğimiz, neye üzüldüğümüz, hangi takımlı olduğumuz hatta nerede
oturduğumuzu bile bilmektedirler. Çünkü sosyal medya dediğimiz ortamlar sadece
arkadaşlarımızı bulup, zaman geçirdiğimiz bir yer değil, kendimize dair tüm
bilgilerimizi açıkça ve isteyerek yayınladığımız bir ortamdır. Bu bilgileri
yayınlamasak bile Ip bilgilerimiz aracılığı ile hangi sitelere girip, nerelerde
ne kadar zaman harcadığımıza kadar ince istatistik bilgilerini
çıkarmaktadırlar. Bu bilgileri saklamalarındaki bir diğer neden ise ticaridir.
Bu bilgilerimizi firmalara satmaktadırlar. İşte gerçekler bu kadar rahatsız
edici.
Son zamanlarda dahada gündeme gelen İllüminatinin oyunlarını
açık ve ayrıntılı şekilde anlatmış yazar. Yaptığı projeleri ve dünya düzenini.
Dünya genelinde şuanda mevcut olan bir diğer sorun ise
dillerin yozlaşmasıdır. Aslında bir çok millete ait bir çok dil vardır. Ancak
bu dillerin kelime dağarcıkları bilinçli olarak azaltılmaktadır. Son zamanlarda
teknolojiyle birlikte kelimelere duyduğumuz ihtiyaç daha da azalmıştır.
Duygularımızı kelimelerimizle anlatmayalım diye İmojiler çıkartılmıştır. MSN
ile hayatımıza giren mesajlasma uygulamaları yüzünden kelimelerimizi kısaltarak
yazar hale geldik. Dünya genelinde kullanılan kısaltmalar da buna örnektir. Bütün
bu çalışmalar neden mi yapılıyor? Aslında basit. İnsan bildiği kelime kadar
düşünebilir. Bir insan ne kadar çok kelime bilirse o kadar çok düşünebilir.
Eğer siz o insanın kelime dağarcığını azaltırsanız ve bu azaltmayı istediğiniz
kelimeler ile yaparsanız, o kişinin düşüncelerini ele geçirebilirsiniz.
Dünya genelinde sürekli kan dökülmektedir. İnsan kanı. Peki
insan kanı nasıl dökülür ve neden buna ihtiyaç duyulur. İnsan öldürmek için
savaş gerekmektedir. Peki neden savaş gerekmektedir?
Çünkü günümüzde mevcut olan düzenin devam edebilmesi için.
George Orwell’ın uzunca bahsettiği gibi, sanayileşme ve makinalar ile üretim gücü
arttı. Üretim hızlandı ve ucuzladı. Dünya genelinde ürün fazlası meydana geldi.
Böyle giderse herkes istediği her şeye ulaşmış olacak ve sistem tökezleyecekti.
Buna bir çözüm bulundu. Savaş. Asıl amaç Hiyerarşik toplumun varlığını
sürdürmekti. Bunu sürdürmenin yolu da yoksulluk ve cehaleti yaymaktı. Dünyanın
gerçek zenginliğini arttırmadan sanayinin çarklarının nasıl döndürüleceği
düşünüldü. Üretim olacaktı ancak ürünler dağıtılmayacaktı. Bunun olması içinde
sürekli savaş olması gerekmekteydi. Savaşın asıl yaptığı yok etmektir. Ancak illede
insanları değil emek ürünlerini de yok etmektir. Savaş, halkın basit
ihtiyaçları karşılandıktan sonra geriye kalabilecek üretim fazlasını tüketecek
biçimde tasarlandı. Böylece de çarklar dönmeye başladı. Bu çarkların dönmesi
içinde savaşın bitmemesi gerekmektedir. Ne yazık ki bitmiyorda. Orta doğuda desteklenen terör örgütleri, ışid ve diğer güçler sürekli bir savaş halinde.
Planlanan mekanın orta doğu ve Afrika olmasının neden ise, savaşı planlayanların
topraklarına uzak olmasından kaynaklanmaktadır. Tabii ki ucuz iş gücü ve
petrolde etkilidir.
Savaş Barıştır. Amerikanın yıllardır kullandığı taktik. Amerikalılar
için barış, Irak petrolünü sömürüp, Irak kadınlarına tecavüz edip, ülkeyi kendi
yönetimine alıp modern kölelik çalışmalarını uygulamak değildir herhalde. Günümüzde
Suriye'de de olduğu gibi birden ortaya çıkan kafa kesen Müslüman ışidliler de
kesinlikle Amerikanın oyunlarından değildir herhalde. Ancak ne yazıkki öyle.
Suriye'ye
girip petrol kokan toprakları sömürmek, silah sanayisinin devamını sağlamak,
yıkılan şehri yeniden inşa etmek planlarının bir parçasıdır.
George Orwell romanın’da hikayeye de
bağlı kalarak anlatmış tüm bunları. İyki okumuşum dediğim ve kütüphanemde baş
köşeyi alacak bir yapıttır 1984.
Gökay YILDIRIM