24 Şubat 2015 Salı

Ferzan ÖZPETEK İstanbul Kırmızısı


                                                             İstanbul Kırmızısı 

Yazar Ferzan ÖZPETEK  ‘’Hiçbir şey aşktan daha önemli değildir’’ diye yazmış kitabın kapağına. Ön kapağını güzel, hafif makyajlı hatun, ilk aşkı olan annesinin gençlik fotoğrafı süslüyor. Arka kapakta ise ‘’insan iki şeyi aynı anda sevebilir mi? İki insanı, iki şehri, iki ülkeyi? ‘’ diye yazıyor.

            Kitabı elime ilk aldığımda içinde aşka, sevgiye dair bir şeyler olduğunu ve bunu hüznün de takip ettiğini hissetmiştim.  

            ‘’Hava sıcak. Uçakta yerime oturuyor, kemerimi bağlıyorum.’’ Diye başlıyordu kitabın ilk satırları ve o anlatacağı hüzün, aşk, mutluluk, betimlemelerine. İlk satırdan da anlayacağım üzere bir yolculuğa çıkıyordu. Havayı sıcak hissetmesini kendisine bağlıyor, çünkü yolculuğu İstanbul’a sadece bir geri dönüş değil, hayallere geri dönüş, anılara geri dönüş olarak hissediyordu her yolculuğunda.

            Kitabın akışı bir yazarın anıları birde kadının hikâyesi olarak kısa kısa bölümler halinde geçiyor. Yazar kendisini adam olarak nitelendiriyor. Aslında adam ve kadında aynı uçakta İstanbul’a geliyorlar. Uçaktan indikten sonra yolları ayrılıyor ve kitabın içine giriyoruz.  

            Adam: İstanbul’daki hemen hemen her sembol ona eski anılarını, acılarını, mutluluklarını hatırlatıyor. Annesi, babası, abisi, teyzesi ve Yusuf anılarının önemli bir bölümünü oluşturuyor. Anılarını muhteşem bir betimlemeyle anlatmaya devam ediyor. Anılarının büyük bölümünü aşk, kalp kırıklıkları, hüzün, hoşgörü oluşturuyor. Kitabın güncel olması nedeniyle günümüzde çok yakında yaşanan gezi olayları ve emek sinemasının yıkılmasındaki eylemlere ve oradaki yaşadıklarına da değiniyor. Kitabında, çok beğendiği birkaç edebi satıra da yer veriyor aynı zamanda adam. 

            Yazar duygusal, hassas, okuyanların bazı önyargılarını kıracağı anıları olan, aşk dolu bir adam.

             Kadın:  İstanbul’a turistik bir gezi ve kocasının çizimlerine ilham vermek için geliyorlar. Adamla ilk karşılaşması kitabın başında oluyor. Adam cüzdanında sakladığı siyah beyaz bir kartpostalı yere düşürüyor ve almak için uzanırken kadın kartpostalı adama uzatıyor. Uçaktan indikten sonra da hikâyesi başlıyor kadının. İstanbul’un tarihi mekânlarını keşfediyorlar, geziyorlar ve daha sonra sürükleyici, birazda hüzünlü bir hikâyesi oluyor kadının İstanbul’da.

            Kitapla ilgili yorumlarıma değinecek olursam Ferzan Özpetek çoğu insanın kendine bile itiraf edemediği duygularını, yaşadıklarını, samimi bir hava içinde anlatmış. Bir adamın bir kadının hikâyesini anlatması kitabın akıcılığını ve okuyucudaki, bir diğer hikâyedeki merak duygusunu uyandırmış. Bu şekilde farklı iki hikâyeyi aynı kitapta başarılı bir şekilde yazmıştır.

            Kitabı okuyan herkesin içinden bir şeyler kapabileceği bir hayat hikâyesini bize sunmuş yazar. Ayrıca yüksek genel kültür ve tarih bilgilerini de, anılarını hikâyeye dönüştürürken kullanmış, okuyucuyu hem bilgi açısından hem de edebi zevk açısından doyurmayı başaran bir eser oluşturmuştur. Kitabın uzunluğu da okuyucuyu sıkmayacak şekilde ve tadında bırakılacak bir şekilde düşünülmüş. Kitaptaki en beğendiğim şey eski İstanbul’u harika bir şekilde anlatmış. Eski İstanbul’u gözlerimde canlandırmamı sağlamıştır.

           


               Yaşanmışlıklardır insanları olgunlaştıran.   

                                                                                                                           Gökay YILDIRIM

21 Şubat 2015 Cumartesi

Sokrates'in Savunması

                                                        Sokrates'in Savunması

                Yazılarımı hızlandırmak için okuduğum bir kitaptı itiraf ediyorum. Kütüphanemde gördüğüm en ince kitap olduğu için onu seçtim. Kitabı elime aldığımda aslında ince olmasının yanında bana getireceği büyük şeyler olacağını sezmiştim. Çünkü işin içinde Sokrates varsa her zaman bir şeyler öğretir insana, üstünden binlerce yıl geçmesine rağmen.

                 Sokrates'in öğrencisi Platon'un anlattığı ilk sayfalarda şöyle yazıyordu. '' Atinalılar, beni suçlayanların üzerinizdeki tesirini bilemiyorum, fakat bu adamların sözleri o kadar kandırıcı ki beni kendi hesabıma, onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum.'' diye girmişti ilk cümleye. İlk satırlardan Sokrates'in iftiraya uğradığını ve bu iftiraya karşı kendisini savunacağını anladığımda zevk verici ve sürükleyici bir metin olduğunu anlamıştım.
     
                 Sokrates'i  eğriyi doğru olarak gösteren kötü bir insan olarak suçlamışlar. Sokrates kendisine atılan iftiranın sebebini açıklarken adeta insanlık dersleri vermiştir. Savunmadan çok beğendiğim bir kesiti yazmak istedim. Atina'da olan bir alim ile konuşan Sokrates bilgisini parayla satan alime şöyle der: '' Ben de böyle bir bilgi sahibi olsam gerçekten gurur duyar, iftihar ederdim'' demiş.
Bilge olarak bilinen Sokrates aslında bilgisini parayla satan alime ders vermek istemiştir.
Sonrada Atinalılara seslenmiş ''Doğrusunu söylemek gerekirse benim böyle bir bilgim yoktur.''

         Sokrates'in düşmanlar edinmesinin sebebi Delphoi Tanrısı'nın Sokrates'den daha alim kimsenin olmadığını belirtmesidir. Sokrates ise düşünmüştür çünkü kendisinin böyle sonsuz bir bilgiye sahip olmadığını bildiği için Tanrının söylediğinin cevabını bulmak istemiştir. Tanrı'nın sözünü çürütmek için bilgisi herkes tarafından kabul edilen bir alime gitmiştir. Sokrates alimle konuşurken alimin gerçekte hiçbir bilgiye sahip olmadığını anlamıştır. Bunun üzerine alimin kendisini bilgin sandığını gerçekte böyle olmadığını anlatmaya çalışır ama bunu yaparken düşman kazanmış olur.  Sokrates bir kaç bilgi sahibi olduğu sanılan insanlara daha gider ve onlarında gerçekten bir bilgisi olmadığını anlar ama onlar bilgisiz olduklarını kabul etmezler. Sokrates Tanrı'nın ne demek istediğini anlar. Sokrates bir şey bilmediğini biliyordu ama diğerleri kendilerini her şeyi biliyor zannediyorlardı işte Sokrates bu yüzden herkesten daha bilgili birisiydi.

        Sokrates bu cevabı bulurken düşman edinmekten kaçınmamıştır. Çünkü insanlar gerçeklerle yüzleşmeyi sevmezler. Bunu yapan insanlara da kin beslerler. Sokrates'in çok beğendiğim bir sözünü daha paylaşmak istiyorum. '' Gördüm ki asıl cahiller, bilgilidir diye tanınmış olanlar! ''

       Sokrates savunmasını yapsa da beraat edememiştir. Bunun için hakimlere de yalvarmamıştır.
Sokrates içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemiştir aslında ''Kötülük ölümden daha hızlı koşar. Ben yaşlı ve ağır olduğum için yavaş koşan ölüm bana yetişmiştir. Beni suçlayan kuvvetli düşmanlarıma hızlı koşan kötülük yetişmiştir. Şimdi huzurunuzda ben ölüm cezası alarak ayrılıyorum onlar da kötülük ve haksızlık cezasına çarptırılarak ayrılıyor. Ben cezama razıyım onlarda razı olsunlar. Bu kader belki böyle daha iyidir.''

      İnançsızlıkla suçlanan Sokrates'in son sözleri de şöyle olmuştur: '' Artık ayrılmak zamanı geldi. Ben ölüme gidiyorum siz de yaşamaya. Bunlardan hangisi daha iyi bunu ancak Tanrı bilir''
  
    Sokrates'in savunmasını okurken yıllar önce gerçekleşen kin, nefret, çekememezlik duygularından insanların hayatlarına son verilmesi, haksızlıklara uğraması günümüz dünyasında bile hala hüküm sürdüğünü gördüğümde bana kimse insanlığın geliştiğinden bahsetmesin. Ne zaman ki içimizdeki bizlere zarar veren içgüdüleri durdurursak işte o zaman bir adım atmışız demektir.

                                                                                                              Gökay YILDIRIM



      

Geri Dönüşüm

                                                                   Geri Dönüşüm


Geri dönmek güzeldir. Kimi zaman ayrıldığın sevgiliye, kimi zaman da ardında bıraktığın çocuksu davranışlarına…


Edebi bir giriş yaptıktan sonra insanlığın geleceği için yapılması zorunlu olan çalışmalardan en önemlisi olan Elektronik Atık konusuna değinmek istedim ilk yazımda. Yedi milyarın üstünde insan bulunan dünyada, elektronik üretimin ve tüketiminin azalmayacağı hatta gün geçtikçe artacağı çok açık bir gerçek. Bu dehşet sayıda üretilen ve görevini başarıyla yerine getiren yani ömrünü dolduran elektronik aletler tabii ki de buhar olup gökyüzünün derinliklerinde kendiliğinden kaybolmayacak. Elektronik aletlerin bilinçli bir şekilde geri dönüştürülmesi gerekiyor ve bunun ne kadar ciddi ve can alıcı bir sorun olduğunu sizlerle paylaşacağım.


Geri Dönüşüm Yönetmeliği

Elektronik atıklarla mücadelede en büyük çalışma 22 Mayıs 2012 tarihinde Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların (AEEE) Kontrolü Yönetmeliği Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelikte; üretici, tüketici, ithalatçı, belediye ve diğer resmi kurumlar için sorumlulukların çerçevesi belirleniyor.

Elektronik Atıkların Tehlikeleri Nelerdir?

Elektronik atıklar bilinçli bir şekilde geri dönüştürülmezse neler olabileceğini ve aslında insanlığın geleceğinin tehlikeye girdiğini burada ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

Örneğin; monitör ve televizyon tüpleri; yüksek oranlarda kurşun, baryum, fosfor gibi ağır metaller içermektedir. Doğru tekniklerle ve dikkatli bir şekilde işlendiğinde çevre veya sağlık için hiç bir soruna yol açmamaktadır. Gerekli güvenlik önlemlerini almadan yapılan işlemler birinci derecede atığı işleyen kimseler ve işleme ortamındaki toprak ve yer altı suları için tehlikeli yan etkilere yol açmaktadır.


· Bir bilgisayar ekranı ağırlığının %4-6'sı kadar kurşun içeriyor. 10 gram kurşun 25.000 ton toprağı, 200.000 litre suyu kullanılamaz hale getiriyor.
· Bir floresanın içerisinde bulunan cıva 30.000 litre suyu tamamen kullanılamaz hale getiriyor.
· Bir cep telefonu yarı olimpik bir havuz büyüklüğündeki su kütlesinin kirlenmesine sebep oluyor.
· LCD ekranlar cam katmanlarının arasına gömülen sıvı kristallerden oluşuyor ve cıva gibi zehirli maddeler içeriyor.




Bir diğer zararlı işlem ise tehlikeli bileşen ihtiva eden atıkların yakılmasıyla ortaya çıkan halojenli kloridler ve bromidlerdir. Bu bileşenler elektronik atıkların plastik aksamlarında ve kabloların PVC kaplamalarında yanmayı engelleyici özellikleri nedeniyle tercih edilmektedir. Yakıldıkları takdirde dioksin olarak ortaya çıkmakta ve atmosfere yayılmaktadır. Dioksin; Elektrik üretim tesislerinde özellikle tehlikeli atıklar (patlayıcı maddeler, radyoaktif maddeler, akü ve piller) yakıldığı zaman tehlikeli PCDD/F emisyonları daha etkili oluşur. PCDD ve PCDF bileşiklerinin en önemli özellikleri biyolojik, fotolitik, kimyasal olarak bozulmaya dirençli olmaları, besin zincirinin üst seviyesinde yüksek konsantrasyona ulaşmaları ve atmosferik taşının mekanizmaları ile kaynaktan çok uzak mesafelere taşınabilmeleridir. Bunlar çevrede sediment ve organik madde içinde tutunup bağlanabilirler. Bu bileşikler oldukça toksik kimyasallardır ve kanser, hormon kesilmesi, bağışıklık sisteminde düzensizlik gibi ciddi sağlık problemleri yaratabilir. Tolere edilebilen günlük miktar kilogram başına 1 pikogramdır.

Ne kadar da korkutucu değil mi? Ellerimizde tuttuğumuz ve saatlerce konuştuğumuz telefonlar, şu satırları yazarken kullandığım monitör, odamı aydınlatan loş ışıklı gece lambası aslında ne kadar da zararlı olabiliyormuş.


Dünya ve Türkiye Genelindeki Elektronik Atıklar


Exitcom Recycling Genel Müdürü Ilgar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünya genelinde elektronik atığın otuz ila elli milyon ton arasında olduğunu ancak bunun iki milyon tonun toplandığını söyledi. Türkiye’de ise resmi verilere göre atık miktarının dört yüz bin ton civarında olduğu ancak bunun beş bin tonunun toplanabildiğini ifade eden Ilgar, Türkiye’de elektronik atık tehlikesinin pek bilinmediğini, bunun dikkat edilmesi gerekilen özel atıklar sınıfında olduğunu vurguladı.


Dünyada e-atığın dağılımı şöyle:

· Monitörler yüzde 10,
· Televizyonlar yüzde 10,
· Bilgisayar, telefon, faks, yazıcı vb. yüzde 15,
· DVD/VCD, CD çalar, radyolar, vb. yüzde 15,
· Buzdolabı yüzde 20,
· Çamaşır makinesi, elektrikli süpürgeler, fırın, klima, kahve makinesi vb. yüzde 30.


Dünyada iki milyar cep telefonu kullanıcısı vardır. Bu kaba bir hesapla iki milyar cep telefonunun üretilip kullanıldığını göstermektedir. 2002 yılında dünyada 17,8 milyon adet monitör katot ışın tüpü (CRT) üretilmiştir.


Dünya çapında gözlemlenen üretim artışı Türkiye’de de yaşanmaktadır. Türkiye’deki elektronik sektörü üretimi para bazında 1991’den 1999’a %9 oranında artarken, bir yıl içinde 1999’dan 2000 yılına %15’lik bir artış göstermiştir.


Elektronik Atıkların Değerlendirilmesi

Fakir ülkelere ihraç edilerek yeniden kullanılması, yakılması, sağlam ve kullanılabilir olanların tekrar kullanımı en yaygın kullanılan geri dönüşüm metotlarıdır. ABD’de sadece e-atıkların ancak %10’u geri dönüştürülmektedir. Bilgisayarların %11 -15’i tekrar kullanılmakta/geri kazanılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin büyük bir kısmı tehlikeli e-atıklarını fakir Asya ve Afrika ülkelerine ihraç etmeyi veya bağışlamayı tercih etmektedir.




Örnek vermek gerekirse; elektrikli ve elektronik cihazların vazgeçilmez bir öğesi olan kablolar bünyelerinde plastik, bakır ve alüminyum barındırırlar. Kablolar kullanım ömrünü tamamladıktan sonra üzerindeki plastiği, bakır ve alüminyumu birbirinden ayrılarak ikincil hammadde olarak ekonomiye sunulabilmektedir.


Elektronik atıklar malzeme kazanma tesislerinde önce tekrar kullanım veya satılabilir parçalar için test edilir ve sınıflandırılır. Elektronik atıkların birçok kısmı ikincil malzeme olarak satılmak veya nihai yok edilmek için işlemlerden geçer. Elektronik atıklar içerdikleri metal, cam, plastik ve yeniden kullanılan diğer malzemelerden dolayı değer taşırlar.
Elektronik atıkları geri dönüştürme yolu ile hem milli ekonomiye katkı sağlar, hem de çevreyi korumuş oluruz.


Elektronik Atıklarım Var Ne Yapacağım?

Merak etmeyin bu sorunuza da cevabım var tabii ki. Siz yeter ki isteyin.
Ülkemiz gün geçtikçe büyümekte ve gelişmekte. Türkiye genelinde hemen hemen her şehrimizde belediyelerimiz tarafından elektronik atıklarınız ayağınızdan gelinip alınacağı söyleniyor. Ben İstanbul’da yaşadığım için Kadıköy Belediyesi ile iletişime geçtim. Adresimi verip ve atığımın ne olduğunu belirtip başvurduğumda ayağıma kadar hizmet gelmekte ve elektronik atıklarımızı sistemli bir şekilde toplamaktalar. Belediyelerin dışında özel sektörde de bu işi yapan firmalar var. İnternetten çok kısa bir araştırma yapınca karşınıza çıkıyor. Önemli olan bizim bilinçli olmamız.


Sonuç Olarak…



Doğaya ait canlılar olmamıza rağmen kendimizi doğadan soyutlayan, doğaya hükmetmeye çalışan canlılar haline geldik. Biz akıl sahibi olan insanlar atomu parçaladık, elektriği bulduk, arabayı bulduk, akıllı telefonları bulduk; bulduk bulmasına ama düşünemedik geleceğimizi. Son yıllarda artan kanser hastalığını engelleyemedik. Afrika’da temiz su bulamayan insanlar varken, bir başka yerde ısıtmalı koltuğu ve ısıtmalı direksiyon simidi olan, saatte 250 km hıza ulaşabilen arabalar, her odasında bir gün kalsa bin gün geçirecek saraylar yaptık. Akıl sahibi olan insan düşünmedi her şeyi veren doğanın bir gün bunları geri alacağını. Ben de sizlere diyorum ki; geri dönüşelim, hep birlikte geri dönüşelim ki hırs, zevk, ego uğruna yapılan her şeyi yok edelim. İnsanlığın üstüne düşmüş kara lekeyi hep birlikte silelim.


Geri Dönüşmek Güzeldir.  





                                                                                                  Gökay YILDIRIM

Stres ve Stres Yönetimi


                                                   Stres ve Stres Yönetimi

Stresi günlük yaşantımızda sıkça karşılaştığımız ve yaptığımız işlerde bizleri verimsizleştiren baş belası gerginlik durumudur diye tanımlarsam yanılmış olmam sanırım.

Bu yazımda stres ile ilgili okuduğum makaledeki önemli gördüğüm yerlere değineceğim.

Baş ağrılarına, işimizde verimsizliğe, bildiklerimizi unutmamıza kısacası günlük yaşantımızın ve planlarımızın içine eden bu durumdan kurtulmanın yolu varmış. Öncelikle strese neden olan etkenleri sıralayalım:

Çevresel nedenler, sosyal olaylar, psikolojik nedenler

Bireysel nedenler: Mükemmeliyetçilik, kişilik yapısı, bilgi eksikliği

Diğer nedenler: Ailesel kriz, dışlanma  

Hangi bireyler daha fazla stres altında? 

·         Düşmanlık, kin duygusu baskın olanlar

·         Kendilerinde her konuda suç arayanlar

·         Çocuksu yapısı olanlar

 

Stresi bir tehdit yerine bir mücadele olarak algılayan insanlar stresi kontrol edebilirler.

Stresle baş edebilirsiniz, etmek zorundasınız çünkü stres bizi hasta ediyor. Strese bağlı hastalıklar;

            Solunum sistemi: Alerjik rinit, astım,  hiperventilasyon

            Dolaşım sistemi: Koroner arter hastalığı, migren

            Sindirim sistemi: Ülser, spastik kolon,

            Endokrin: Diabet, Obesite

            Üreme: Adet düzensizlikleri, cinsel sorunlar

            Kas: Eklem ağrıları,

            Deri: Egzama

Stresin neden olduğu birçok hastalığı hayatımızdan çıkartabiliriz. Prof. Dr. Zafer Akıncı hocamın da dediği gibi geçmişi ve geleceği düşünmeyip şimdiyi yaşarsak, yaşadığımız anın zevkini çıkartırsak her sorunla baş edebiliriz. Bizi hasta eden geçmişte yaptıklarımızı ve gelecekte neler yapacaklarımızı düşünmektir.

Stresle başa çıkmanın yolları

Birkaç küçük egzersiz ve yaşam sitiliyle stresten uzak kalabiliriz. 

Solunum egzersizleri, Aşamalı gevşeme tekniği, Otojenik gevşeme teknikleri ile strese karşı mücadelenizi ortaya koyun.

Hayatımızda hep problemlerle karşı karşıyayız. Matematik dersinde gördüğümüz problem sorularının daha ağır ve zorlarıyla karşılaşmaktayız. Karşılaştığımız problemi bir formüle dökersek olanları daha iyi anlayabiliriz. Bunun için de vereceğim tekniği kullanmalıyız.

Problem Çözme Teknikleri

·         Problemi saptama

·         Problemin nedenini saptama

·         Seçenekleri gözden geçirmek

·         Bir çözüm seçmek

·         Eyleme geçirmek

·         Sonuçları değerlendirme

 

 

Son olarak; kendi sitilinizi bulun ve kendinize süre verin. Yeniden daha iyi bir şekilde başarabileceğinizi bu potansiyelin sizde olduğunu fark edin.

           

            Geçmişi ve geleceği düşünmekten şu anı yaşamıyoruz. Bu yazıyı okuyan kısmetli ve şanslı kişiler olarak sizlere sesleniyorum. Şimdi başlayın ve kendinize seslenin; Geçmişte yaptıklarım benim suçum değildi ve gelecekte olacakları da ben değiştiremem bu yüzden şimdiyi yaşayıp şimdiden zevk alacağım. Bunu kendinize çok görmeyin anı yaşayın.

           

                                                                                                             Gökay YILDIRIM

 

20 Şubat 2015 Cuma

Etkili İletişim

                                                              ETKİLİ İLETİŞİM

       Etkili iletişim hakkında kız arkadaşım Betül'ün benimle paylaştığı ders notlarından okuduğum ve önemli gördüğüm yerlere burada yer vereceğim.


      Öncelikle doğal olmak gerekir. Yani yerli yersiz iltifatlar, kendini ortamda belli göstermek için gereksiz kasıntılıklara gerek yok. Kendin olmak ve bunu hissettirmek en önemli davranışlardan bir tanesi.
       Ardından kabul etme geliyor. Yani herkesin fikrini kabul etmek, saygı göstermek gerekmektedir. Karşımızdaki kişiye kendi fikrimizi dayatmak ve onun fikrini hiçe saymak iletişimde sıkıntılar doğurmasının yanı sıra kişiler arası çatışmaya da sebep olur.
        Bir diğer madde ise empati yapmak. Kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koymak. Çok yönlü bakış açımızı geliştirmek gerekiyor. Sadece kendi bildiklerimiz doğru diye düşünmeyip karşımızdakinin fikirlerine ve mesajlarına saygı gösterip yorumlamaktır. Bu davranışı karşımızdakine hissettirmemiz önemlidir.
        
        Kişiler arası iletişim de en önemli iletişim biçimi olan sözsüz iletişimi açıklayıp, küçük ipuçları vereceğim.
         Sözsüz iletişim  kişinin gerçek düşüncelerine ve duygularına ait mesajlar veren jest ve mimiklerden oluşur. Kişiler sözsel mesajları kontrol altına alabilir ama jest ve mimiklerini kontrol edemeyip duygularını açığa vururlar. Karşımızdaki kişiyi etkilemek ve onun duygularını anlamak için  bir kaç ipucu vereceğim:
     
        Göz İlişkisi: İletişimde göz teması kurmak ''sana ve senin anlattıklarına önem veriyorum'' mesajını verir.
         Yüz İfadesi: Yüzde duygu anlatan üç bölüm vardır. Bunlar; alın ve kaşlar, yüzün alt kısmı ve gözlerdir. Bu bölümlere dikkat edip gözlem yaptığımızda kişinin duygularını anlayabiliriz.
         Vücut Duruşu: Omuzların dik olması ve göğsün dışarda olması kendine güvenin işaretidir.

     Bir başka etkili iletişim yöntemi ise karşımızdaki kişi ile aramızdaki mesafenin belli bir aralıkta tutulmasıdır. Belli kriterlere göre belirlenen mesafe aralıklarını paylaşacağım. Bunlar;
      Özel: 0-50 cm    
      Kişisel:50cm-1m
      Sosyal:1-2.5m
      Genel: 2.5m ve üzeri mesafelerdir.
     
      Karşımızdakinin bizi yanlış anlamaması için ve etkilememiz için iki çeşit dil üslubu vardır. Bunlar Sen dili ve Ben dilidir.
      Sen Dili: Savunmaya yöneltici bir dildir.
      Örneğin: Sen hep sözümü kesip beni sinirlendiriyorsun. Hitap şekli karşımızdaki kişiyi direk savunmaya yöneltecek bir yargıdır.
      Ben Dili: En etkili iletişim yöntemidir.
      Örneğin :Bir şey söylemeye başladığımda sözümün devamını getirememem beni rahatsız ediyor.
      Cümlesi  karşımızdakini suçlamaz ve bu rahatsızlığımız  hakkında düşünme içine girer. Böylece
karşımızdaki kişiyle tartışmadan etkili bir iletişim kurmamızı sağlar.
        
       Dinleme Becerileri : Pasif dinleme  ve etkin dinleme olarak ayrılır.
       Pasif dinleme : Doğru fakat yetersiz bir dinleme biçimidir.
       Etkin dinleme: En sağlıklı dinleme şeklidir.


         Bu yazımda etkili iletişim hakkında okuduğum makalede önemli gördüğüm ve işimize yarayacak yerleri özetleyerek kendi yorumlarımla harmanladım.

                                                                                                      Gökay YILDIRIM

    

İlk Yazım

                          Yazmak Paylaşmak Güzeldir         

 
           Bu bloğu açmamın nedeni okuduğum kitapları, makaleleri, hikayeleri, yazıyla ilgili olan her şeyin yorumlamasını yapmak, okuyanların yani sizlerin de fikir sahibi olmasını sağlamaktır. 
            Kendimi geliştirmek, okuduklarımı yorumlamak ve öğrendiklerimi kayıt altında tutmak için bu bloğu açmak istedim. 
 
 
     Okumak ve yazmak daha doğrusu yazabilmek güzeldir.
 
 
                                                                                                       Gökay YILDIRIM